//
arşiv

zamanın tuz ruhu

This category contains 1 post

Zamanın Tuz Ruhu 01 – Bir Üstada Selam ile Başlayalım Söze…

İlk yazılarda genelde söze nasıl başlasam diye debelenir durur insan… Sıcak bir merhaba ile başlasam çok sırnaşık olur muyum, direkt konuya girersem vay lümpene bak sen yaftasını yer miyim diye ikilemlerde kalır, düşünür durur, yazar siler tekrar yazar siler kısacası konuya girene kadar dokuz doğurur. Aslında en iyisi galiba bu faslı uzatmadan hızlıca asıl mevzuya girmek ve mümkün olduğunca çabuk yol almaktır. O zaman ben de tüm okuyanlara bir selam yollayıp, konuya gireyim ve uçan halımızın direksiyonuna geçip, sizleri tarihin büyülü dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarayım…

Önce biraz insanlardaki tarih merakından dem vuralım. İnsan doğası gereği meraklı bir yaratık olduğundan ömrünün her evresinde bir şeyleri merak eder durur.  Bilim, teknoloji ve sanatın atardamarıdır adeta merak.  Ufak bir çocuğu gözlemleyin yeni ve ilginç bir şeyi keşfetme anındaki sevinci ve coşkuyu görüp, şaşırırsınız. Merak ilerlemenin de bir anahtarıdır adeta. İnsan sadece geleceği değil, geçmişi de merak eder işin ilginç tarafı. İçinde bulunduğu kültürün izlerinin peşinde koşmak ve medeniyetin tarihsel gelişimini izlemek de insanın hayatına renk katar. Nostalji hepimizin geçtiği bir patikadır, kimisi uzun kalır orada, kimisi geçer gider, kimisinde kısa bir sohbet olur merak kimisinde ömür boyu süren bir tutku…

Bense bu patikaya yıllar önce karşılaştığım heyecan verici bir kitapla girdim. Üzerine rahmetli babamın hastalığı sırasında sürekli yanında geçtiğim eski yarımadadaki tarih şahaserleriyle kurduğum manevi bağ da tuz biber oldu ve o patikada uzun süre kalmaya karar verdim. Özellikle geçmişin sosyal hayatı ve günümüzde görülmeyen enterasanlıkları çok ilgimi çok çekiyor, bu konuda ise karşıma büyük bir üstad çıkıyor.

Bu zat-ı muhterem ilk yazımı anısına adayacağım Reşad Ekrem Koçu’dan başkası değil. Bir yazar düşünün ki sadece yazılı eserlerin olduğu bir dönemde toplumun tarih merakını artırıcı detaylı ve keyifli çalışmalar yapmış, kullandığı masalsı dille sıkıcı ve didaktik bir tarzdan uzak durup, geçmişin bilinmeyen ilginç sayfalarını bizlerle buluşturmuş. Osmanlı’nın son döneminde yaşadığından o 600 yıllık kültürü ve tarih birikimini en iyi özümseyip, yeni nesillere ulaştıran isimlerden biri olmuş.

Üstadın yaşamıyla ilgili detaylara girmeyeceğim zira netten bile kolayca bulunabilir. Sadece ondokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyıla sarkan bir yaşam yolculuğu olduğunu, eski dönemlerdeki dillere hakimiyetiyle  çok önemli bilgileri günümüze taşıdığını ve hakkında ansiklopedi yazacak kadar büyük bir İstanbul duayeni olduğunu belirteyim. Koçu’nun ne yazık ki yarım kalan ansiklopedi projesi yazım tarihimizde eşi benzeri görülmemiş bir çalışmadır. Yaşadığı dönem sponsorluk gibi bir kavram olmadığında dolayı çok büyük zorluklar içinde devam ettirdiği bu çalışmasını tamamlayamamıştır.

Altmışlarda “Hayat Tarih Mecmuası” isimli popüler tarih dergisine de katkıda bulunan Koçu’nun elimize ulaşan sayısız eseri bulunuyor. Bu eserler içinde “Tarihimizde Garip Vakalar” çok ayrı bir noktadır, zira içerdiği geçmişe ait enterasan bilgilerle konuya ilgi duyanlar için minik bir hazine gibidir. Koçu eski yazma eserleri okuyabilen üstadlardan olduğundan ilginç bilgileri ilk kaynağından günümüze taşımıştır. Bu nokta gerçekten önemli, zira günümüzde tarih alanı özellikle bu tür bilgili insanların eksikliğini hissediyor. Bize ulaşmış olan sayısız eser arşivlerde yatmakta, ama bu bilgileri günümüz Türkçesine kazandıracak insanların sayısı ne yazık ki istenen seviyede değil.

Gelelim üstadın bu ilginç eserine… Önemli şansım bu kitabın 1958 Varlık baskısını bulmak oldu. Şimdi sizi biraz da bu kitaptan son derece enterasan dipnotlarla karşı karşıya bırakayım bakalım sizler de ilginç bulacak mısınız?

  • Zaman zaman günümüz gazete yazarlarının bile satırlarında bahsettiği üzere Dalkavukluk eskiden bir meslekmiş. Dalkavuk esnafının tarifesi bile söz konusu. Yine Şaklabanlıkda bir meslek. Hatta bu mesleklerin tarifesi bile söz konusu. Burnuna fiske, başına kabak vurma, yüzünü tokatlama yanı sıra bakın ne gibi hizmetleri varmış:
  • Eskiden gemilerde gözcülük yapan eğitimli maymunlar varmış, maymunlar özellikle korsan gemilerine karşı gözcülük yaparlarmış, bu önemli görev için maymun satan dükkanlar söz konusuymuş.
  • Padişahlara direkt şikayette bulunmak çok zor olduğundan eskiden bazı bağrı yanık vatandaşlar padişahın saray sahillerine gelmesini bekler ve denizden yaklaştıkları kayıklarında başlarına kağıt ve yanıcı maddelerden yaptıkları başlıkları takıp sonra da bu başlıkları tutuşturarak ilgi çekmeye çalışırlarmış.
  • İşte size 17. yüzyıl mutfağımızdan bir kaç yemek örneği: Koyun yahnisi, sığır yahnisi, halis koyun etinden kafte, lağana sarması, ciğer kebabı, pirinç pilavı ve şiş kebabı. (Çok şey değişmemiş değil mi 🙂 )
  • Hepimizin bayılarak içtiği Türk kahvesi ile buluşmamız Kanuni döneminde yani 16. Yüzyılda olmuş. Koçu’nun zamanın tarihçisi Peçevili İbrahim Efendi’den aktardığına göre ilk kahvehane de tam olarak 1554’te Tahtakale’de Şamlı ve Suriyeli kişiler tarafından açılmış. Yeniçerilerin bozulduğu senelerde en büyük gelir kaynaklarından biri de kahvehaneler olmuş. Yeni bir yeniçeri kahvehanesi açıldığında kanarya hediye etmek en revaçtaki hediyelerdenmiş, yeniçeriler bu kuşu uğur sayarlarmış.
  • Tütün ise I. Ahmed zamanı yani 17. Yüzyıl başında topraklarımıza ulaşmış. İngiliz gemiciler vasıtasıyla tanıştığımız tütün kullanımı zamanla avam kitleden aristokrat kesime kadar büyük bir hızla yayılmış. Kendisi büyük bir içki tutkunu olan IV. Murat’ın en şiddetli içki, tütün ve afyon yasağını uygulayıp, meyhanelerin ve kahvehanelerin kökünü kazımaya çalışması da ilginç bir tezat.
  • İstanbul akşamcılarının hayatında önemli bir yeri olan meyhanelerde en kaydadeğer eğlence aktivitesi ise köçek dansıymış.
  • Sokakların aydınlatılmadığı dönemlerde geceleri sokağa fenersiz çıkmak yasakmış.
  • Esnafların kontrollerinin çok sıkı olduğu ve teftişlerde cezanın hızlıca kesildiğini okuyoruz Koçu’nun satırlarından. Örnek cezalar arasında falaka, meydan dayağı ve sürgün de geliyormuş.
  • Tarihteki en görkemli sünnet düğünlerinden biri (ya da belki de en görkemlisi) 1719 yılında Lale Devri’nde padişah III. Ahmed’in çocuklarına yapılan sünnet düğünü. O devirde yaşamış şair Vehbi “Surname-i Hümayun” adlı eserinde düğünün görkemiyle ilgili enterasan sayılar veriyor:
  • Okmeydanı’nda yapılan düğün 15 gün 15 gece sürüyor, dört şehzade dışında İstanbul’daki 5000 fakir çocuk sünnet ediliyor.
  • Ziyafetler ve eğlenceler için getirilen mühimmat sayılarından örnekler: 1.000 ördek, 2.000 hindi, 2.000 güvercin, 3.000 tavuk, 8.000 kaz, 10.000 şerbet kavanozu, 10.000 ağa simi, 100 büyük mevlüt tavlası, 15.000 kandil, 10.000 kandil kutusu.
  • Deniz şenliğinde sadece topçu salında 700 fişek atılmış.
  • Kanımca bu eğlencenin en ilginç olayı deniz şenliğinde Mimarbaşı İbrahim Efendi’nin tasarlayıp, sunduğu timsahtır. Ağzı açıp kapanarak deniz üstünde giden bu model timsah asıl şaşkınlığı denize dalıp, bir süre sonra su üstüne çıktıktan sonra yaratıyor. Ağzı tekrar açıldığında timsahın içinden çıkan beş rakkas modelin üstünde raksetmeye başlıyor. İbrahim Efendi adeta bir denizaltı denemesi yaptığını söyleyebiliriz ki dönemi için ilk olması çok muhtemel.
  • Çok genç, tüysüz yeniçeri neferlerine “Civelek” denilirmiş ve bunlar da sokağa kadınlar ve kızlar gibi peçe takıp, çıkarlarmış. Bu peçeyi kaldırıp, bakmak büyük suçlardan biri sayılırmış.
  • Mimar Sinan’ı muhteşem mimari yapılarıyla tanıyoruz. Büyük mimar aynı zamanında gemi tasarımına da imza atmış hem de Van Gölü’nde yüzen ilk Türk gemisine imza atmış.

İlk yazımı ithaf ettiğim Koçu’nun ne değerli bir kaynak olduğunu aslında Varlık Yayınları “Tarihimizde Garip Vakalar” kitabının arka kapağında çok güzel anlatıyor, perdeyi bu şahane tespitlerle kapatayım:

“Tarihimiz, büyük kahramanlık ve yücelik olayları kadar, meraklı, garip bugün yadırgadığımız türlü olaylarla doludur. Hem değerli bir tarihçi hem de mükemmel bir üslupçu olan Reşad Ekrem Koçu, size bu ciltte geçmişin son derece meraklı, ilgi çeken taraflarını, şimdi bize pek tuhaf gelen davranışlarını, bir roman kadar sürükleyici ifadesiyle canlandırıyor.”

Sevgiler,

Genca

zen meselleri

exlibris

Arşivler

Yeni yazıların mailinize gelmesini istiyorsanız e-mailinizi giriniz.

Goodreads